27 Aralık târihi, Millî Şâirimiz merhum Mehmed Âkif’in vefat yıldönümüdür.
Kendisini minnet ve şükranla anarken, mânevî huzûrunda hürmetle eğiliyoruz.
Sultan Abdülhamid zamanında, Mehmed Âkif bir evde, Servet-i Fünûn yazarlarından biri ile karşılaşır. Bu adam, Abbasîler’den, Endülüs’ten bahseder ve sonra söz Kur’ân-ı Kerîm’e gelir. Bu noktada Kur’an’dan, Fransız telâffuzuyla “Koran”diye söz eder.
O zamana kadar hiç konuşmayan ve pencereden dışarıyı seyreden Âkif, derhal kalkar ve “Allahaısmarladık” deyip, sokağa fırlar.
Koşarcasına yürürken, yanındaki arkadaşına:
“-Kuzum; bir müslümanın Kur’an’a “Koran” demesi ne demektir? Kur’ân-ı Kerîm’i inkâr etmeyi anlıyorum. Kimsenin kanaatine karışmam, fakat “Koran” ne oluyor?” diye gürler.
Bir gün, kendisine ders verdiği bir paşanın oğlu, Peygamber Efendimiz aleyhinde ağzından bir lâf kaçırınca, onu derhal bırakmıştı. Bir arkadaşına bu olayı anlattıktan sonra, yüzüne dik dik bakıp, değişik bir ses tonuyla:
“-Bey, dedi; isteyen güneşe tapar, isteyen ateşe… Ben kimsenin Allah’ına, Peygamberine karışmam. Fakat kimse de benimkine karışmamalı! Biri, yüzüme karşı babama sövebilir mi? O hâlde Peygamberime nasıl söver? Dedi.
Karanlıkta gözleri parlıyordu.
Her zaman yemek yediği lokantaya gelişini ve burası hakkındaki düşüncelerini bir arkadaşı şöyle anlatır:
Amma Âkif de buraya nasıl gelirdi, biliyor musunuz? Gurûrundan yekpâre göğüs kesilerek; ” Burası bir Türk’ün idâre ettiği o müesseseydi ki yemekleri hilesizdi; sâhibi, doğruluğu ile ekmeğini kazanan adamdı!”
Âkif’in kebapçıya muhabbeti vatan sevgisi ile karışarak, ince bir şey oluyordu.
Arkadaşı, bir gün bu lokantada baklavayı kötüleyince Âkif, onunla kavga derecesinde tartışmış ve baklavanın, inkâr edilen millî varlıklarımızdan bir parça olduğunu söylemişti.