Hekim, tıp tarihçisi, ressam ve müzehhip. Geleneksel sanatlara ilgi kapısını açmış kültür ve şehir insanı..
“1898’de İstanbul’da Haseki’de büyükbabam Hattat Şevki Efendi’nin evinde doğdum. Validem, Hattat Şevki Efendi’nin küçük kızı Safiye Hanım, pederim Muhaberat-ı Umumiye müdürü iken beni on bir yaşında yetim bırakarak ölen Tırnovalı Mustafa Enver Bey’dir. İlk tahsilimi ondan gördüm.
Orta ve lise tahsilimi İstanbul’da yaptım. Heves ederek Tıbbiye’ye girdim ve hekim olarak Nisan 1920’de çıktım ki, tam 27 senelik hekimim. Gureba ve Haseki Hastaneleri’nde 7 sene asistan kaldıktan sonra hocam Prof. Akil Muhtar Özden 1927’de beni Avrupa’ya ihtisasımı ikmale yolladı ve iki sene Paris’te hocam Prof. Marcel Labbé’nin yanında tuttu.
Boş zamanlarımda Paris’teki Bibliothèque Nationale’de Türk sanatı tarihi üzerine meşgul oldum. Tatillerimi İsviçre’de geçirdim. 1929 sonunda döndüm. Tedavi Kliniği’ne konkurla profesör agreje, 1933 Üniversite İnkilabı’nda, Tıp Tarihi ve Deontoloji doçenti oldum. Tıp Tarihi Enstitüsü’nü kurdum.
1938’de bu kürsülerin profesörü oldum. Her şeyden evvel severek hekimlik mesleğine girdiğim için muayenehanemde hususi hastalarıma bakıyordum. Tıp Tarihi Enstitüsü’nün kuruluşundan bugüne (1948) kadar 700 sayıda ufaklı ve büyüklü yazılarım çıkmıştır.” (Ahmed Süheyl Ünver, Bursa Defterleri)”
Ünver’in eser sayısı sonraları 1880’leri bulacak; vefatından sonra bile, hazırladığı notlardan ve arşivindeki defterlerden, suluboya ve karakalem resimlerinden hazırlanan kitaplar neşredilmeye devam olunarak bu rakam 2000’li sayılara ulaşacaktır.
Düzeltmekte amil olduğu tezhip sanatını, Medresetü’l-Hattatin’de geliştiren, aynı şekilde çocukken başlayan resim merakını Üsküdarlı Ressam Hoca Ali Rıza Bey’den incelikleriyle öğrenerek ilerleten Süheyl Ünver, “sanata intisabınız” sualine ise şöyle cevap veriyor:
San’ata “merakım“ olması gerekmez mi? Bu merakım dolayısıyla çok zamanlar muahezeler [kınamalar] işittim. Fakat bu benim elimde değildi. Ben irsi olarak san’ata bağlılık duyuyordum. Annemin babası Hattat Şevki Efendi meşhur hattattı.
Onun dayısı Hattat Hulusi Efendi, damadı Emin Efendi ve dayım Sait Bey keza. Babam musikişinas. Babamın babası Hacı Mehmet Efendi ressam, Amcam Vasıf Bey hattat. İşte ben bu ruhların telakisinden doğunca bittabi san’ata irsi olarak girdim. Eğer bu saydıklarım hastalık da olsaydı onlara da tevarüs edebilirdim.”
“San’at hevesim hekimlik tahsilim esnasında inkişaf etti. Üsküdarlı Ressam Ali Rıza Bey’den resim dersi aldım. Hattat mektebine tıbbiyede talebe iken girdim. Nuri Bey’den tezhip öğrendim.
Bunlara heves etmem fena olmadı. Benim ruhum üzerinde işlediğinden hekimliğimin insanlık tarafına da faydalı oldu. Yani insanlığa karşı şefkat ve bağlılık hislerim arttı; san’at beni mütevazı, sessiz, mücadelesiz, bambaşka bir adam yaptı. Yani ahlakımı düzeltmekte amil oldu. En büyük sanatkar ahlaklı insandan olur.
Bir sanat eseri ahlak tezahürüdür. San’at merakım hekimliğim yanında benim zevk ve his cephemdir. Beni dinlendiren ve ruhumu ihya eden bu şubeyi bırakmama imkan yoktur. Velev ki dünyayı değiştireyim.”
Nitekim ahlakı, bilgisi, öğrenme ve öğretme
kabiliyeti fevkalade yüksek olan Süheyl Hocamız sözünde
durmuş; 14 Şubat 1986 tarihinde Kalamış’taki evinde vefatına
kadar hem tıp tarihi hem de kültür tarihi çalışmalarına ara vermeden devam etmiştir.
Süheyl Ünver, yurt içinde ve yurt dışında pek çok ülke ve şehir ziyaret etmiş; gittiği yerlerde tarih ve tabiat güzelliklerini küçük defterlere sulu boya resimleriyle aksettirmiş; mutlaka kütüphanelerini ziyaret ederek öncelikle yazma eserleri karıştırmış, okumuş ve defterine notlar kaydetmiştir.
Bugün kaybolmuş pek çok tarihî cami, mevlevihane, medrese, türbe, müze, hamam, çeşme, köprü, köşk, yalı, kahvehane, ahşap konak ve evler, Süheyl Hocamızın arşiv defterlerinde yaşamaya devam etmektedir.
Ünver’in arşivini oluşturan 2.000 civarında defter ve dosya Süleymaniye Kütüphanesi’ndedir. Bunların içinde el yazılarının yanı sıra binlerce küçük kara kalem ve sulu boya resim, desen ve çizimler, çeşitli küçük tezhip çalışmaları ile birçoğunu kendi çektiği fotoğraflar, kupür ve broşürler yer almaktadır.
Kızı Gülbün Mesara’nın emanetindeki arşivinde de 500’e yakın defter, zarf ve kutular içinde binlerce not, el yapması tezhipler, lake cilt kapakları, levha, yazma eser ve sulu boya tabloları bulunmaktadır.
Tıp tarihi arşivi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Deontoloji ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı’ndadır. Ayrıca, Türk Tarih Kurumu’na da Fatih Devri’ne ait bir arşivi, dosya, minyatür, tezhip ve bir kısım sulu boya resimlerini bağışlamıştır.
Ahmed Süheyl Ünver, konuşmalarında ve yazılarında sık sık bir notlar arşivi kurulmasının lüzumuna işaret etmiştir.
Kendisinin hazırladığı ülke, şehir ve kasaba defterlerinden başka, kütüphaneler, hattatlar, yazma kitap sanat ve malzemeleri, başta Hoca Ali Rıza Bey olmak üzere ressamlar, medrese, tekke ve mevlevihaneler, alim ve sanatkârlar, ramazanlar, takvimler, mimari, çini ve porselen gibi sanat dalları, şiir, müzik, kahve, tütün, çiçek sanatı, Osmanlı ve Türk yemekleri, yangınlar, matematik, astronomi, tıp ve tıbbi folklor vb. konu yelpazesindeki defter ve dosyaları bu arşivin temelini oluşturabilir.
Devasa arşivi içersinde Ahmed Süheyl Ünver’in Bursa defterleri ve suluboya resimleri ayrı bir yer tutmuştur. Ünver, ruhen bağlı bulunduğu ve memleketin manevi kalkınmasında önemli bir rolü olduğuna inandığı Bursa’yı çeşitli yönleriyle tanıyabilmek için önüne çıkan her fırsatı değerlendirmiş, en ufak bir ayrıntıyı dahi atlamamıştır.
Böylece, Bursa’ya gerçekleşen her seyahati zengin arşiv notları, sulu boya resimler ve defterler hazırlamasına imkan veren fırsatlar haline gelmiştir. Ayrıca, Bursa üzerine yazılmış veya Bursa’nın çeşitli konularıyla yer aldığı elliden fazla matbu eseri vardır.
İçindeki Bursa sevgisini, “İdealist bir meclûbu olduğum Bursa’mıza her gidişimde kaybolur ve kendimi oralarda ararım.” sözleriyle anlatan Ünver, bir Bursa dönüşünü de şu duygularla ifade etmiştir. “Geldim ama yeniden bende Bursa tahassürü başladı; ne yapmalı bilmem.” Bursa’nın imarıyla ilgili olarak yazdığı makalelerin birinde şöyle diyor:
“Bursa için hiçbirimizin yapamadığı mükemmel bir abidevi eser vücuda getiren Prof. A. Gabriel vaktiyle şehrin idarecilerine az mı söyledi? O, dünyada hemen yegane otorite olan bu kıymetli zatın sözleri zamanında dinlenmedi…
O, “yeni yapılan hastanenin bu kadar çok katlı olması şehrin pitoresk tarafını bozuyor; Bursa Uludağ’ın eteğinde bir sath-ı mailde yapıldığına göre mürtefi binalar yapılamaz”, dedi. Bu kadar makul bir görüş bizde hiç kabul edilir mi? İnadına denecek bir şekilde yapıldı.”