(Kanuni Sultan Süleyman bir gün ava çıkmış… İstanbul civârında, Halkalı taraflarında avlanırken, şiddetli bir yağmura yakalanmış. Adamlarıyla birlikte sırılsıklam olmuşlar ve üşümeye başlamışlar.
Hemen oralardaki bir eve sığınarak ısınmak ve kurulanmak istemişler. Evine girdikleri köylü, bu misâfirlerin her zaman rastladığı sıradan kimseler olmadıklarını anlamış. Hele de ateşin başına geçen Kanûnî’nin, yanındaki adamına:
“-Doğrusu şu ateş, bin altın eder” dediğini de duymuş.
Yağmur dinmeyince, misâfirler o geceyi orada geçirmeye mecbur kalmışlar.
Ertesi günü evden ayrılırlarken, Kanûnî köylüye borcunun ne kadar olduğunu sormuş. Zekî köylü, fırsatı kaçırır mı?
“-Bin bir altın!” Demiş.
Şaşırıp kalmışlar ve bu kadar çok para istemesinin sebebini sorunca, köylü şu cevâbı vermiş:
“-Ateş için zâten kıymeti siz takdir ederek bin altın, dediniz… Bir altın da konaklama bedelidir.”
Şaşırıp kalmışlar.
Bu kadar parayı verip vermedikleri bilinmiyor. Fakat Koca Kanûnî bu hâdiseyi hiç unutmamış; pahalı bir şey gördü mü hemen “ateş pahası” dermiş.
Dilimizden düşmeyen “ateş pahası” tâbiri de Türkçe’ye böyle yerleşmiş…
Kanunî Sultan Süleyman, Zigetvar Seferi’nde Macaristan’da vefat etti. Cesedi tahnit edilerek kalbi, ciğerleri ve barsakları çıkarılıp son derece kıymetli murassâ (kıymetli mücevherlerle süslü) altın bir kap içinde, Macaristan topraklarındaki meçhûl bir yere gömüldü.