Bir zamanlar, Mehmed isimli bir molla varmış… Ve ağzının pek ayarı olmadığı için ikide bir küfürlü konuşurmuş. Hocası onunla bir hayli meşgul olup bu alışkanlığı bırakması için uğraşmışsa da pek başarılı olamayıp, sonunda okuyup üflediği bir parça baklayı mollanın dilinin altına koydurmuş:
“-Bu baklayı kat’iyen ağzından çıkarmak yok!” Diye de sıkıca tembihlemiş.
Ağzında konuşmaya engel bir şey bulunduğu için Mehmed de elbet küfür edemez hâle gelmiş.
Yağmurlu bir gün, hocayla Mehmed sokakta koşarcasına yürürken, bir evin penceresinden bir kız çocuğu seslenmiş:
“-Hoca efendi, lütfen biraz durur musunuz?”
Beklemeye başlamışlar. Hoca, içinden “herhalde hastaları var da bana nefes ettirecekler” diye düşünüyormuş.
Aradan yarım saat geçtiği halde kız çocuğundan hâlâ bir ses çıkmamış, bir saat geçmiş hâlâ öyle… Tamâmen sırılsıklam denecek durumda ıslanmışlar.
Hoca, molla Mehmed’i gönderip kapıyı çaldıracağı sırada, kız pencereyi açıp seslenmiş:
“-Ricâ ederim, biraz daha bekleyebilir misiniz?”
Bir yarım saati daha ıslanarak geride bırakmışlar ve sabrı iyice taşan hoca gitmeye hazırlanırken kız pencereyi açıp:
“-Tamam, oldu… Allah râzı olsun hoca efendi, gidebilirsiniz”, demiş.
Islanmış ve canı iyice sıkılmış olan Hoca, neden bekletildiklerini sorunca kız:
“-Efendim, annem komşulardan duymuş; “tavuklarımızı kuluçkaya yatırırken kavuklu birinin başına bakılacak olursa, piliçler tepeli olurmuş” dedikleri için sizi görünce hemen durdurduk. Allah râzı olsun!”
Deyince, Hoca Mehmed’e dönmüş:
“-Çıkar Mehmed ağzından baklayı!”
…Ve bu tâbir, o zamandan beri dilimize pelesenk olmuş.
