Millî hâfızasını kaybeden Bizler
Dünkü din anlayışımız ve onu yaşama tarzımız, Yûnus’ların, Mevlânâ ve Hacı Bektaş’ların dokuduğu bir İslâmiyet’ti. O yüzden bizi hayâtın her sahasında âdetâ uçuruyordu.
Dinin özü ile uğraşmayı bırakıp, kabukla yetinmeye başladığımız dönemden beri ise ‘‘sürünmeye” devâm ediyor ve aslâ bu uykudan uyanma arzusunu bile göstermiyoruz.
Sonra da komplo teorileri üreterek kendimizi kandırıyoruz. Bizi yöneten siyâsî kadrolar ne dünyâ târihinden haberdar ve ne de yakın târihimizden!
Ülkeyi yönetmek için târih bilip de ne yapacaklar?
Gitgide vasıfsızlığa bürünen siyâsetçiler, en basit görgü kurallarından bile haberdar değilken; biz ne zor işlerden bahsediyoruz, değil mi?
Millî hâfızasını kaybeden “aydın” ve “politik hokkabazlar” aşağılık kompleksine kapıldıkları için, Avrupalı sayılmak uğruna dün de bugün de her zillete râzıdırlar. Türk Milleti’ne ve gerçek aydınlara zillet olarak görünen bu aşağılık tutum; onların ikbâl ve saltanatı için tek gâye, tek idealdir.
Ülkemizden başka dünyânın hiç bir yerinde “politikacılık” diye bir “meslek” yoktur.
Ortada gezinen siyâset hokkabazlarına şöyle bir bakın; kaçında vatan, millet endişesi vardır? Acemi, câhil, kaba fakat cür’etkâr bir güruh! Hepsi de her devirde “Müslüman”, hepsi de “Atatürkçü”! Güyâ!
Ve millette yeni yeni hayâl kırıklıkları..
Yıllardan beri, Ermeni haytaların iftira kampanyalarına, soykırım yalanlarına dur diyemeyenler kim?
Biz miyiz, yâni millet midir?
Yoksa bizi yönettiğini söyleyenler mi?
Millet, hangi gün ödemesi gereken vergiyi ödememiştir meselâ? Yâhut, hangi vatandaşlık vecîbesini yerine getirmemiştir de cezâsını çekmemiştir?
Kısacası, millet millet olalı beri vazîfesini yerine getirmiştir. Peki, onu yönettiğini söyleyenler?
Onlar, hangi sahada hangi zaferi(!), hangi başarıyı göstermişlerdir; bunca yıldır iktidar olup başımıza geçenler acabâ bir tek evet bir tek başarılı icraatlarını söyleyebilirler ve söyleseler de bizi inandırabilirler mi?
Böyle bir başarıları varsa, Türk Milleti neden hâla bin bir sıkıntıya mâruz hâlde yaşamaya çalışmaktadır? Kuş kadar aklı olan bir ukalâ güruh da sanıyor ki her işin başı ekonomidir ve ekonomi bir düzelse, işte o zaman bütün dert ve sıkıntılar biter.
Felâketin Boyutu
Ne basit bir mantık, değil mi?
Bu mantık, ancak “cinnet hâlindeki” bir toplumun delilik belirtisi olarak kabûl edilebilir ve tıp uzmanlarının mârifetli parmaklarına ihtiyaç var demektir.
Hâlbuki bu “klinik vak’alar” her alanda ve her an karşımızda, yanı başımızda bizi “yönetmekte”dirler.
Felâketin boyutu ne yazık ki, budur.
İşte bir 24 Nisan daha geliyor; göreceğiz ki; geçen yılların “Ermeni Soykırımı”(!) tasarılarını ABD’nin iki dudağı arasına terk edenler ve bu tasarı ABD’de -taktik gereği- reddedilince: “Başardık, tasarı reddedildi!” diye zafer nutukları atanlar, gene benzer tavırlarla millete masal anlatacaklardır.
Ama buna karşılık, sırf siyâsî ikbâlleri ve istikballeri uğruna “türban” denilen mendil kadar bir bez parçasını ülke gündemine oturtmuş ve diğer bütün memleket mes’eleleri bir kenara bırakılmıştır.
Şüphe yok ki,
Ermeniler’in geniş çaplı plân ve programlarla, hem de büyük paralar harcayarak sürdürdüğü “soykırım” kampanyalarında tek suçlu, bugünkü iktidar sâhipleri değildir.
Fakat, lütfen söyler misiniz; sayısız sıkıntımız ve millî dâvâlarımız arasında türbanla Ermeni soykırımı iddiâlarının eşitliği veyâ türbanın önceliği tartışılabilir mi?
Ayrıca, Ermeni teröristlerin, yüzlerce Türk diplomatını dünyânın gözü önünde şehîd ettiği günler târih öncesi devirlerde mi kalmıştır?
Neden bir tânesi bile devletçe hatırlanmaz ve Batı’lı ülkelerin kör gözlerine bu gerçekler sokulmaz?
Çünkü politikacılarımızın ve Avrupa Birliği sevdâlısı “sömürge aydınları”nın böyle bir memleket mes’elesine ilgileri ve bu konuda bilgileri yoktur.