Aşağıdaki görüşlerin sâhibi, Ermeniler arasında uzun süre misyonerlik yapmış olan Cyrus Hamlin isimli Amerikalı’ya aittir. Hamlin’in 23 Aralık 1893 tarihinde Boston Misyonerlik Teşkilâtı yayın organı olan “Congretionalist” mecmuasında yayınlanan yazısından bazı pasajları okuyoruz:
“Türkiye’de sizi aldatan birine mi rastladınız, biliniz ki muhakkak bir Ermeni’dir. Memleketin hususiyetlerine vâkıf olan Eskişehirli büyük bir patiska imâlâtçısı bana tecrübelerinin kendisine şunları öğrettiğini söyledi:
“Bir Türk’le mi iş yapacağım, mukavele yapmaya lüzum görmem, sözü kâfidir. Ama bir Rum veya başka bir Hristiyan’la iş yapacaksam yazılı mukavele yaparım. Bu şarttır. Ermenilere gelince, onlarla yazılı da olsa hiçbir mukavele yapmam. Zira hiçbir mukavele onların yalan ve hilelerine karşı kâfi bir garanti sağlamaz.
Vasat bir Ermeninin tek gayesi, İstanbul’da otursun veya iş icabı gelmiş olsun yâhut da Anadolu’da bir dükkânı veya Hanı bulunsun, daima para kazanmaktır; bunun dışında bir gaye tanımaz.
Para kazanmak için son derece kanaatkâr ve muktesidâne/cimrice yaşar. Para için genç karısını Van yahut Bitlis’te bırakıp yıllarca gurbette dolaşır. Para uğruna yalan ve hileden çekinmez. Alenen hırsızlık yapmaz, ama her türlü hileyi de tabii telâkki eder. Bu doymak bilmez para hırsının emrinde Ermeniler’in doğuştan kurnazlığı, muazzam inatçılığı ve riyakârlığı vardır.
Yekvücut bir kitle teşkil eden hemcinslerinin sıkı işbirliği sayesinde Ermeniler’in bu hususiyetleri daima başarıya götürür. Ermeniler bulundukları yerde zift gibi birbirlerine sıkı sıkıya yapışırlar. Mesela büyük bir evde Ermeni hizmetçilerin yanında Rum veya Giritli hizmetçi bulundurmaya imkân yoktur.
Ermeni hizmetçi Rum, Bulgar veya Giritli şerikini kollayacak, dedikodular çıkaracak ve onu kapı dışarı ettirip, yerine başka bir Ermeni aldırılıncaya kadar iftiralarına devam edecektir. Yalnız kendi mezhebinden olanı kendisinden sayar. Katolik, Ortodoks ve Protestan Ermeniler birbirinden nefret eder.
O kadar ki, Ankaralı Katolik bir Ermeni’ye milliyetini sorarsanız “Katoliğim” diye cevap verir. Ermeniler’de dinî kanaat ihtilâfı, milliyet hissini bastırmaktadır. Ama maatteessüf/esef verici ki hiçbir mezhebin Ermeninin ahlâkı üzerinde müsbet bir tesiri olmamıştır. Katolik ve Protestan Ermeni, Ortodoks bir Ermeniden daha nâmuslu değildir. Türk köylüsü ve kasabalısı bu hasmı/rakip, düşman karşısında müdâfaasızdır.
Ermeni’nin kudret kaynağını teşkil eden para hırsı Türklerde yoktur. Anadolu köylüsü tembel bilinmektedir. Ama zannedildiği kadar tembel değildir. Tarlasını ecdadından gördüğü gibi sürer ama zengin olmak için lüzumundan fazla çırpınmayı aklına getirmez. Hayatını kazanmak için gerektiği kadar çalışır; ama kahvesini ve nargilesini de içerek hayatının tadını da çıkartmak ister. Para yığmak için hummâlı bir şekilde çırpınmayı manâsız ve gülünç bulur.
İşte Türk’ün iktisadî zaafı ile ahlâk kudretini yaratan bu hayat telâkkisidir. Bu iki halk arasındaki farkı iyice anlamak için, sıra ile bir Türk ve bir Ermeni Hanını gidip görmek gerekir. Türk’e ait Han’a sâkin ve nâzik bir şekilde kabul edilirsiniz. Mefruşatı/halı, kilim v.s. sâde olan küçücük odalar tertemizdir.
Yatak takımları ve yastıklar pek lüks ve yumuşak değildir ama temizdir. Koşu hayvanları aşağı-yukarı insanlar kadar bakımlıdır. Atlar tımar edildikten sonra ağıla sokulur. Verilmesi mukarrer /gerekli yulaftan bir tane bile eksiltmeyeceklerine muhakkak nazarıyla bakılır.
Eğer Avrupalı bir seyyah Türkiye’de mûtadın/alışılmışın dışında bazı isteklerde bulunursa, Hancı onu memnun etmek için büyük bir tehalük/büyük bir istek göstermeyecek, aksine müşkülpesent/beğenmeksizin yabancıya karşı homurdanacaktır. Türk, bu şekilde davranırken haklı olarak şu prensipten hareket etmektedir: Yabancı memlekette seyahat eden bir kimse, o memleketin âdetlerine uymak zorundadır. Odaların geceliği ile atlara verilecek yemin fiyatları üzerinde pazarlık ve münakaşa etmeye lüzum yoktur.
Her şey ertesi günü, belki arzu ve temenni edildiği gibi olmaz, ama sâkin ve münâsip bir şekilde halledilir. İşte Türk hanının hususiyetleri bunlardır.
Sayıları maalesef pek çok olan Ermeni hanlarında durum tamamen değişiktir. Yolcu gelir gelmez iki garson atını almak üzere derhal yanına giderler. Atının bahçe kapısına bağlanmadan önce biraz dinlendirilerek tımar edileceğini vaad ederler.
Hancı mültefid/iltifatla ve okşayan tavırlarla kendisini memnun etmek için elinden geleni yapacağını söyleyerek yolcunun gönlünü fethetmeye çalışır. Tahsis ettiği oda da, içinde eşya nâmına yırtık bir halı, kırık bir ayna ve bir de duvara asılı berbat bir tablodan başka bir şey bulunmayan bir odadır.
Yolcu kendisine yapılan hizmet, teklif ve iltifatlarından yakasını kolay kolay kurtaramaz. Yolcu ve uşağı kâfi derecede uyanıklık ve alâka göstermezlerse, ata verilecek yem yarıya indirilir. Önce tamamı veriliyormuş gibi gösterilerek arkasından büyük kısmı geri alınır.
Odanın, tavlanın, hayvanlara verilecek yemin fiyatını Han’a gelir gelmez sorup öğrenerek hancının aşırı taleplerde bulunmasını başta önlemeyenin vay haline! Ertesi gün İsviçre’nin büyük bir otelinden ancak birkaç kuruş daha ucuz sayılabilecek bir hesapla karşılaşacaktır.
Anadolu’nun pek çok köyünde rastlanan Ermeni bakkalları, hancılarından daha beterdir. Türk köylüsü ne kadar kanaatkâr olursa olsun, büsbütün parasız değilse, kahve, şeker ve tütün gibi bazı şeyleri satın almaktan vazgeçmez. Bunları kap-kacak v.s yi de satın aldıkları Ermeni bakkalından temin ederler. Ancak Anadolu köylüsünde para pek bulunmaz.
Binaenaleyh, ya aynı tediyede/ödemede bulunur yahut da veresiye alır, böylece her iki halde de iktisâden Ermeni’nin tâbîi/bağımlısı hâline gelir. Zira aynî tediyede bulunduğu takdirde Ermeni, köylünün malını işine geldiği gibi düşük fiyattan alır. Veresiye aldığı zaman da köylü mahsulünü yine aynı şekilde son derece düşük fiyatla Ermeni’ye satmayı taahhüt etmek zorundadır. Bu, işin başlangıcıdır.
Bir taraftan köylü fakirleşirken, diğer taraftan bakkal zenginleşir. Neticede, bakkal yakın bir büyük şehre nakleder işini. Yerini de hemen başka bir Ermeni alır. Nüfusu 10.000’den fazla olan Ankara, Sivrihisar, Eskişehir, Kütahya, Afyonkarahisar gibi şehirlerde toptan ticaret ve binnetice/sonuç olarak kudret hemen hemen tamamen Ermenilerin elindedir.
Uzun zamandan beri Ermenilere yapıldığı iddiasıyla şikâyete mevzû olan baskı da, Türkleri istismar eden Ermenilere karşı köylerde seyyar satıcılığın men edilmesi/yasaklanması gibi son derece ma’kûl/akla yatkın bâzı idarî tedbirler alınarak bu istismarın/sömürmenin önlenmesinden ibarettir.