Ermeni komitelerinin en önemli iki tanesi Hınçak ve Taşnak Komiteleridir.
Hınçak Komitesi: Amacı, Doğu Anadolu’yu Ermeni yurdu yapıp İran’dan Azerbaycan ve Rusya vilayetleriyle Rusya’nın Hazer Denizi’ne kadar olan Kafkas topraklarını elde ederek büyük bir Ermenistan Devleri kurmaktı. Programı Marksist, sosyalist ve merkeziyetçiydi.
Hınçak, Ermenice çan sesi, çıngırak demektir. Bu komite 1877 senesinde Kafkas Ermenilerinden Avadis Nazarbeg isimli bir Ermeni tarafından İsviçre’de kurulmuştur. Eşiyle aynı isimdeki gazetede düşüncelerini yaymaya başlamış, İsviçre’deki Ermeni öğrencilerin katılmasıyla büyümüş ve gelişmiştir. Marksist bir teşekküldü.
İngilizlerden gördüğü sempati ve yardım ile daha sonra merkezleri Londra’ya taşınmıştır.
Daha sonrada memleketimizde şubeler açmaya başlamışlardır. Türkiye’de büyük isyanlar ve nümayişler hazırlayan Hınçak Komitesi’nin bu icraatlarında başlıca yardımcıları İngiliz ve Rus sefirleriydi. Komitenin idaresi, Rus Ermenileri tarafından yürütülüyordu.
1894’de Komite’nin baskısıyla Matyos İzmirliyan patrik seçildi ve Hınçak Komitesi’nin başkanı oldu. Böylelikle kilise ve komite aynı elde birleşti ve Türkiye’nin her yerine dal-budak saldı.
Taşnaksutyun Komitesi:
Truşak – Ermenice “bayrak” demektir -Gazetesi komitenin düşüncelerini yansıtan bir gazete olduğundan Taşnak Komitesinin bir adı da Truşak Komitesidir. Taşnak kelimesinin Ermenice tamı Taşnak sutuyun’dır ki; federasyon anlamına gelir.
Komitenin asıl adı “Ermeni İhtilâl Cemiyetleri İttifakı” dır ancak Taşnaksutuyun Türkçemizde kısa olarak Taşnak olarak yerleşmiş ve bu komite bu adla anılmıştır.1890’da Kafkasya’da kurulmuştur. Gâyeleri, Tiflis, Van Ermeni cemiyetleriyle, “Hınçak” ı birleştirmekti. Bunlar da isyan ve ihtilâl fikrinde, Marks’ tan ilham almışlardır.
Çalışmalarını sürdürebilmek için Ermeni varlıklı âilelerden destek beklemiş, umduğunu bulamadığında ise kendi vatandaşlarını öldürmekten çekinmemişlerdir.
İsyan ve ihtilâllerle Osmanlı Devletini zayıflatmak için Doğu Anadolu’da aşiretler ile de işbirliği yapmak istedilerse de umduklarını bulamamışlardır. Taşnak ele başları kanlı çalışmalarını Kafkaslara da taşımış, Batum, Karabağ Nahçıvan’da vahşi hayvanları utandıracak bir kan içicilik sergilemişlerdir.
Haklarında çok kısa bilgiler verdiğimiz bu komitelerin kuruluşundan önce başlayan isyanlar, daha sonra çok daha sistemli bir şekilde sahneye konmuş ve yıllar yılı devam etmiştir.
Komitelerin çıkarttığı isyanlardan önce, en büyük mezâlim, “Zeytun Hâdiseleri” diye târihe geçen kanlı vak’alardır.
Bizanslıların, daha sonra Selçukluların elinden kaçarak Toroslara yerleşen ve Haçlı Seferlerinde onlarla işbirliği yapan Zeytun ve Haçin (Saimbeyli) Ermenileri, Zülkadiroğulları hâkimiyetinden Osmanlı hâkimiyetine geçtikten hemen sonra hiç rahat durmamış, en sonunda Hınçakların âleti olmuşlardır.
1780-82-86, 1808-18-19-20-29-31-32-35-36-40-42-50-53-60-61 yıllarında, daha çok, vergi vermemek ve eşkıyalık yüzünden çıkan hâdiseler, 1860’da Lübnan’a muhtariyet verilmesinden sonra mâhiyetini değiştirmişti.
Bu hâdiseler yüzünden bölgedeki Türk halkı başka yerlere göçmeye mecbur kalmışlardı. İşte, bunları tâkiben, Zeytun’lu bir öğretmen olan Horatyan Çakıryan adlı Ermeni, aklı sıra Ermeniler’i istiklâle kavuşturmak üzere harekete geçmiştir.
Yurdun çeşitli bölgelerindeki Ermeniler’den toplanan paralar, sözde Ermeniler’in istiklâli için silâh vesaireye sarf olunacağı halde, Hınçak elebaşlarının ceplerine bol miktarda girmiştir.
1865 yılına kadar devam eden bu ayaklanmalar,
bilahare komitelerin sevk ve idaresine geçmiş, en büyük isyan da Zeytun’ da bu târihte vukû bulmuştur. Aynı hâdiseler, aynı tarihte İstanbul’da da meydana gelmiş, 50002 mütecâviz Ermeni, Bâb-ı Âlî’ye yürümüştür.
Ne var ki, Ermeniler, her zaman olduğu gibi bu vâkayı da dünya kamuoyuna “Türkler Ermeniler’e zulmediyor” şeklinde empoze etmeye çalışmışlar, onlardan yardım istemişlerdir.
Yine kısa notlarla isyanlara devam edelim…
1896 senesinde Van’da çıkan Ermeni isyanında, Hınçak ve Taşnaksutyun komiteleri diğer Ermeni cemiyetleriyle birlikte 1 Haziran günü ayaklanıyorlardı.
Tabii bu arada 20 Haziran 1890’da vukû bulan Erzurum Ermeni Vakasını unutmamak gerek.
Aynı yılı Temmuz ayında “Kumkapı Ermeni Nümâyişi”ni görüyoruz. Ki, İstanbul’un Anadolu yakasındaki telgraf telleri kesilmiş, saraya yürümek üzerelerken emniyet kuvvetleri tarafından durdurulmuşlardır.
Daha sonraki yıllarda, 1892 ile 1893 yıllarını içine alan zaman zarfında Merzifon, Kayseri ve Yozgat isyanlarını belirtelim. Çeteler teşkîl edilmiş, Osmancık Postası’nın yolu kesilerek postacılar ve zaptiyeler şehît edilmiştir. Yozgat’ da da aynı hâdiseler cereyan ederken Derbent Karakolu’nu basan Ermeniler zaptiyeleri öldürmüştür.
Bunları “Birinci Sasun İsyanı” tâkip eder. Siirt’e bağlı ve yüzden fazla köyü bulunan Sasun 1894 yılında büyük bir Ermeni zulmüne uğramıştır. Peşpeşe parlayan isyan ve ihtilâller Fransa, Rusya ve İngiltere tarafından harâretle desteklenmiştir. Zîra, düşmanlarımızın nazarında Osmanlı “ha yıkıldı, ha yakılacak” dı…
Gel gelelim, yabancıların da bulunduğu bir “tahkîkat hey’eti” tensîb edildi.
Hazırlanan raporlar, Ermeniler’i gücendirmeyecek cinstendi.
18 Eylül 1895 yılında İstanbul’da bu kez başka bir nümâyiş yapıldığını ve Jandarma Onbaşı Servet Bey’in, bir grup mâsum insanla birlikte şehît edildiklerini görüyoruz.
Van İsyanı 1 Haziran 1896’da vukû bulmuş, Rus yapımı silâhlarla donanmış olan Ermeniler, Van sokaklarında kıyıma ve kıtâle başvurmuşlardır.
14 Ağustos 1896 tarihinde yeni bir isyanla Osmanlı Bankası’na taarruz edilmiş; Rusya’nın Osmanlı Hükümeti’ne müdahalesini gerçekleştirmek isteyen Hınçak Komitecileri, Rus pasaportuyla Avrupa’dan gelen militanlardan yardım görmüşlerdir.
En büyük silâh yardımını İran yoluyla temin eden Ermeniler, 1904 yılında “İkinci Sasun İsyanı”nı gerçekleştirerek, dört yüz kişilik çeteleriyle Mazrık aşiretinin kadın-erkek-çocuk hemen her ferdini imhâ etmişlerdir.
“…Birçok Müslümanlar kolları, bacakları, burunları, kulakları kesildikten sonra ateşte yakılarak katledildi. 1904 yılında Osmanlı Hükümeti askerî harekete mecbur oldu ve isyan bastırıldı.”
Bu isyan ve katliamların yanı sıra, hemen herkesin hiç olmazsa adını duyduğu meşhur “Yıldız Bomba” vak’ asını görüyoruz. 21 Temmuz 1905 tarihinde sahneye koyulan bomba hâdisesi, bir buçuk yıl kadar önce plânlanmış ve Taşnaksutyun Komitesi’nin Sofya’da yaptığı bir toplantıda karara bağlanmıştı.
Sadece Sultan Abdülhamit Han öldürülmekle kalınmayacak, İzmir ve İstanbul’da başka suikastlar de yapılacaktı.
Ancak iki dakikalık fark ile Sultan kurtulmuş, suikasta iştirak eden bütün Ermeniler de tespit edilmiş olmasına rağmen “efendi ve hâmi milletin Sultânı” tarafından hepsi affedilmiştir.
Bu sıraladığımız isyanlarda binlerce Türk’e vahşice zulmedilmiş, devlet, büyük zararlara sokulmuştur. Ermeniler’ in yaptığı bütün yaygaralara rağmen Türk Hükümeti, bu isyanları haylaz ve nankör evlâdını yola getirmeye uğraşan müşfik bir baba tavrıyla bastırmıştır. Bu hal ve müsamaha anlayışı, Türk Milleti’nin ırkî hasletlerindendir.
1908 Meşrutiyeti’ne kadar meydana gelen Ermeni isyan, kıtal ve ihtilâlleri, Meşrutiyet’in ilânını müteakip de sürmüştür. Osmanlı-Rus harbinin patlamasından nihayetine kadar Ermeniler hep Ruslar’ a hizmetten geri durmayarak casusluk yapmış… katliâma, baskınlara girişmişlerdir.
Gönüllü olarak Rus ordusunda yer almanın dışında, akla gelmeyecek cinayetler, hep Ermeniler’in başının altından çıkmıştır. Ki, Rus subaylarının arasında, yapılan zulme karşı çıkanlar ve üst makamlarına Ermeniler’in Müslüman-Türk ahaliye revâ gördüğü işkenceyi rapor edenler bile vardır.
Birinci Dünya Savaşı’na katılmayan Amerika’yı tahrik edebilmek için, katletmekten çekinmeyen Ermeni komitecileri, Suşehri’nde Amerikan Koleji öğretmenliği yapan Mr. Herborg’u bahçesinde öldürmüşlerdir.
Türkiye’de Türkler’e karşı başvurulmuş sayısız Ermeni katliâmını bazı misâllerle hatırlayalım…
Türkiye’de Ermeni Meselesi, S;65, Neşide Kerem DEMİR (24) Aynı Eser, S;66