V.
Ney, esrarlı âlemlerden esrarlı nidâlar getirip; oya gibi, gergef gibi, aşk örümceğinin ağını gönüllere örüyor.
Rebap,
“ben Ney’den daha dertliyim” dercesine hıçkırıklara boğularak, yürek yanığını âdetâ iftiharla ortaya seriyor.
Tanbur; elini-kolunu, ağzını-dilini mâşukuna çoktan kurbân eylemiş olmalı ki kendi söyleyeceğini Koca Fuzûlî’ye söyleterek, Ney’den, Rebap’tan bir adım daha öndeliğini haykırıyor:
“Bende Mecnun’dan füzûn âşıklık istîdâdı var,
Âşık-ı sâdık menem, Mecnûn’un ancak âdı var!”
Ateş,
yakıyor. Yakmayı müdrik.. sâdece yakıyor. Su, onun uyandırdığı ateşi dinlendirmeye memur! Su da bunun idrâkinde!
Ve böylece hepsi, aşklarını, sadâkatlerini isbâta gayret ediyor; bıkıp usanmaksızın!
Nebat, cemat, hayvan… hepsinde aynı terennüm mevcut!
İnsan da öyle!
Her şey ve herkes, içine yerleştirilen; özünde gizlenen esrardan akisleri her nefes dışa vurmada, açığa çıkarmada!
Gönül kâsesinde herkesin bir çatlağı var. Kiminde şiirler sızıyor bu güzellik dışarıya, kimi sazla, kimi sesle!
İçerdeki cevher, böylece etrâfa saçılıyor. Ne demişler:
“Dış yüzüne ol sızar, içinde ne vâr ise!”
Peki ya ben?
Benden sızacak hiçbir güzellik yok mu Yârabbi?
“-Yok! Eğer “benden” değil de; O’ndan deseydin, sualinin cevâbı: “Var”dı, “Çok”tu, “Her şey”di; “Görmüyor musun?” du.