9 Eylül 1922 Cumartesi günü sabahı, İzmir’e ilk giren, İkinci Süvâri Birliğimizin Komutanı Zeki Bey ve o gün Kadifekale ile Hükûmet Konağına şanlı bayrağımızı çekenler de aynı birliğin Dördüncü Alay Komutanı Reşat ve Müfreze Komutanı Şerâfettin Beylerdir.
Bunların peşinden İzmir’e ilk ayak basan ise Piyâde Birliği’nin 135. Alay Komutanı Genel Kurmay Kaymakamı Müfit Bey’dir.
Bu dört kahramanın İzmir’e nasıl girdiklerini, kendi ağızlarından dinliyoruz. Önce Zeki Bey konuşuyor:
(Komutanı olduğum İkinci Süvâri Fırkası, düşmanın aşılmaz zannettiği Ahır Dağlarından gece yürüyüşü ile geçerek, düşman ordusunun gerisine intikal etmişti. Böylece, Sakarya savaşından beri iki ordu arasındaki bu kalın perde ilk defa kalkmış oldu.
Düşmanın yedek kuvvetlerini asıl taarruz cephemize gitmekten engelleyecek bâzı operasyonları başarıyla gerçekleştirdik. Ondan sonraki savaşlar bilinmektedir.
Nihâyet 9 Eylül sabahı, emrimdeki fırka, süvâri kolordusunun öncü birliği olarak Bornova üzerinden, saat 10’da İzmir’e girdi. Sakarya Muhârebesi’ndeki akınlarda cesâret ve kahramanlıklarıyla iftihar ettiğimiz Mülâzım Sıtkı’yı İzmir kapısında kurban verdik.
En başta, ”piştar kumandanı” -öncü komutanı- olarak Yüzbaşı Şerâfettin gidiyordu.
Şurada burada çeteler ve bilhassa Menemen yolundan gelen parça bölük düşman kıtacıklarının Karşıyaka’dan sızdıkları görülüyordu.
”Mersinli”de o kadar çok esir alındı ki; bizim fırka kıtaları, bunların arasında kayboldu.
Yanlardan gelen ateşlere önem verilmeyerek Şerâfettin Bey komutasındaki iki bölük piştar olarak Yirminci ve Dördüncü Alaylar, tam bir düzen ve sükûnetle ilerlerken; Halkapınar’daki Tuzakoğlu un fabrikasından açılan ateşle en baştakilerden dört askerimiz -isimleri Halkapınar âbidesinde yazılıdır- şehîd oldu.
Piştar, bu saldırganlarla fazla ilgilenmeden ve onlara karşılık vermeden, hızla yürüyüşünü sürdürdü. Arkadan, fırkanın tamâmı geliyordu.
Şerâfettin, yanında Emir Subayı Mülâzım Hamdi ve Mülâzım Rıza ve bir takım askerle Kordonboyu’nu izleyerek Hükûmet Binâsı’na şanlı bayrağımızı çekmişti. İzmir’e ilk giren Türk Subayı olmak şerefine böylece erdi.)
Kadifekale’ye bayrağımızı çeken Süvâri Dördüncü Alay Komutanı Reşat Bey de yaşananları şöyle anlatır:
(Mensûb olduğum Süvâri İkinci Fırka, 8 Eylül’de Manisa’dan, Sabuncu Boğazı’ndan İzmir’e doğru ilerlerken; Nif’ten İzmir’e kaçan Yunan kuvvetleriyle akşama kadar savaştı ve geceyi Sabuncu Boğazı’nda geçirdik.
9 Eylül sabahı, birliğimiz erkenden İzmir’e doğru hareket etti. Alayın, fırkanın piştarıydık. Boğazdan kurtulur kurtulmaz, İzmir göründü.
Ne zamandan beri hasretini çektiğimiz İzmir’e bir an önce kavuşmak arzusu; subaylara, askerlere ve hattâ altlarımızdaki hayvanlara bile yorgunluğu unutturmuştu.
Fırka’dan aldığım emirle, Bornova’nın güneyinde, İzmir’e doğru kaçmaya çalışan düşman kuvvetlerine makineli tüfekle ateş açtık. Şerâfettin komutasındaki bölükler ve onu tâkîben Alay da Bornova’ya girdi. Bundan sonra İzmir yoluna düşüldü.
Bu yol, perâkende Yunan askerleriyle doluydu.
Halkapınar fabrikasının bulunduğu yerden, Fırka Komutanımızın emriyle, Kadifekale yönüne yürüdüm. Şerâfettin, iki bölüğü ile Hükûmet Konağı’na doğru gitti.
Yolda topladığım pek çok Yunan subay ve askerini -emniyeti sağlamak için- yaya yürüttüğüm birkaç neferin önüne kattım.
Bunları, ”herkesin silâhını teslim edip; işine gücüne bakması, hiç kimseye kötü muâmele yapılmayacağı” yollu Rumca bağırttım.
Geçtiğimiz Hıristiyan mahallelerinde, büyüğünden küçüğüne kadar herkesin elinde silâh vardı.
Bâzıları, bomba taşıyordu. Ama, hiçbiri kullanmaya cesâret edemiyor; sersem sersem bakıp, sonra da kaçıyorlardı.
Bu mahalleden kurtulur kurtulmaz Basmahâne’ye geldik. Dindaşlarımızın büyük sevinç ve coşkuluğu arasında, bin bir zorlukla ilerleyerek Kadifekale’ye çıktım ve Emir Çavuşum Celil’e vererek, Türk bayrağını kaleye çektirdim.)