Cumartesi, Mayıs 10, 2025
Ana SayfaAbide Şahsiyetlerİlhan AyverdiHayâtın Şifresi-Gülşah U.ERKAN

Hayâtın Şifresi-Gülşah U.ERKAN

Geçen haftaki/Zoom üzerinden gerçekleştirilen/ toplantıda

eski, daha eski, yeni ve yeniliği gözümüzün önünde batmakta olan bir günün heybetli renkleri gibi yavaş yavaş canlılığını kaybeden fotoğraflardaki ortak noktaları düşündüm…. Bir haftadır zaman zaman hâlâ düşünüyorum. Fotoğraflarda beni etkileyen enstantanelerden, varlıkları şimdilerde daha da âbideleşen o etkileyici, muhteşem insanlardan başka bir de hâtıralarımdan bâzılarına saplanıp kalmış durumda zihnim…

İlhan Teyzeciğim son senelerde fotoğraflarda gözükmekten çok hazzetmezlerdi. Ben yanlarında olduğum hemen her zaman, istisnasız hep böyle hissettim. Sağlıklarının bozulduğu son zamanlarda, fotoğraf çekilmesi için izin istendiğinde, hep o nezâketlerinin arkasından iniltisini duyduğum isteksizliği hatırlıyorum. Bu beni çok mutsuz ederdi. Bizler, o ânı kendimizce -hoyratça- “yaşatmak” isterken, İlhan Ayverdi’nin lâtif, zarif ve asil güzelliğinin, yıllar boyu sergilediği prensiplerinin; çizgisinin dışına çıkarmaya O’nu zorladığımızı pek bilmedik.

Bilemezdik de…

Çünkü çoğu şeyde olduğu gibi, bizde 2 yaşındaki bir çocuğun sâfiyeti, usûl-erkân bilmezliği vardı. Hep İlhan Ayverdi’nin en büyük eserini “misalli Türkçe lügat” olarak bildik. Ne câhilce… Ne basit ne sığ bir perspektif.

İlhan Ayverdi’nin lügatı, O’nun zâhiren en büyük eseri… Her dem ümitvar îmânının çocuğudur.

Halbuki, her sözünde, herkesle ama herkesle birebir münâsebetinde, topluluklara seslenişinde, kulağınıza her eğildiğinde, hastalığınızda, tökezlediğinizde ya da minicik bir eşik atladığınızda O’nun ılık sesini duyarsınız.

Mütebessim bir dokunuştur bu; ilâhi bir el olduğundan emîn olursunuz, hep affedici, hep umut veren, hep özenli, hep ince… İlişkilerin tekdüzeleştiği, zerâfetten uzaklaştığı, -minimalleşme- gayreti içinde şahsiyetsiz bir hâl aldığı, özenden-edepten ve emekten soyulup sıyrıldığı bu modern hayat girdabında bize her bir hâtırasından sesleniyor. “Nezâket, zerâfet ve özen…” diye…

Peki özen neden önemli?

O fotoğrafların ardından, bize kâh bir bahçeden, kâh bir yemek masasından, kâh bir geziden seslenen bu “insan” ların ortak noktaları neden özenleridir? Oturup kalkarken, hediye verirken, neşelenirken “edebi ve özeni” bırakmamak neden önemli?

Neden bu çoğu siyah beyaz nostaljik buluşmalarda bir tâne dağınık saçlı, zerâfetten edepten uzak oturuşlu tanıdık sima yok? Neden derbeder bir bahçe, bozulmuş bir sofra yok? Neden İlhan Ayverdi’nin şahsında bize kalan hep sıcak, samîmi bir gülümseme, mütevâzı bir aksesuar, şahsiyet sâhibi bir dekorasyon? Hep birleştirme ve umut üzerine seçilmiş cümleler?

O’nun kırılgan ve kendi halinde gibi gözüken, sâdece bir tebessümle sizi kendisine yaklaştıran bu duruşu, hayâtın bize sunulmuş sırrı gibi.

Yaşamak, zâhirde ve bâtında, bizi meydana getiren her bir parçaya gösterdiğimiz özenle mümkün olabilir mi?

Bizler, üstümüze giymeyi âdet edinip, alışkanlık hâline getirdiğimiz ev kıyâfetimizden, kendi hâlimizde uzanışımızdan, marketteki kasiyer ile bize hizmet eden garsona… Üzerimize giydiğimiz paltodan, gün boyunca bizi taşıyan ayaklarımıza özenli ve minnettar olursak, batmakta olan günü, yarın yeniden görüşmek üzere sevgiyle yolcu edip, gökyüzünde asılı olan ayın hilâl hâlini etrâfımıza gülümsemek için vesîle kılarsak, rûhumuz da yavaş ihtiyâcı olan terbiyeye ulaşır mı?

Bütün bunlar rûhun incelmesinin, dışarıdan atılan ilmekleri olabilir mi? Belki de bize her bir hâlimizde, her bir ziyâretimizde, her bir vazîfemizde “özenin” birer heykelini diktiler?

Öyle ki, aslında her çıktığımız kapının eşiğinde duran bu âbideleri sıradanlaştırıp, görmüyoruz… Bize işimizde, ilişkilerimizde, ev hayâtımızda, seçimlerimizde özenli, şık, şahsiyetimize yakışır davranmamızı öğütlüyor İlhan Ayverdi.

Bence affedicilik, umut ve özen olmadan insanın rûhunu geliştirmesi, onun tuğlalarının bir sistem dâhilinde yükselmesini sağlaması mümkün olamayacak.

Şimdi emînim bâzılarınız diyebilir ki:

Samiha Anne, Hocası’nı anlatması istendiğinde, edep edip anlatmamışken, sen kimsin ki ilhan Ayverdi’yi anlatmaya, hayâtını ifâdelendirmeye çalışıyorsun? Doğru, ben O edebe sâhip olmayabilirim, bunun için o uluların affına sığınıyorum. Fakat hepimizin, “onların” edebine özenmediğimizi kim söyleyebilir?

Kendi egosunun Everest’lerini yaratıp, aynı zamanda düşeceği uçurumun da derinliğinin belli olmadığı yeni nesil tehlikeli  yolculuklardan hemen herkesin dönmeyi bilmediği bu devirde, hepimizin hayatta kalmaya çalıştığı, önceliklerin değiştiği, düşmekte olan bir düğmeyi tutan son ipliğin hızla çekilmesi gibi kaybettiğimiz empati ve hassasiyeti düşününce, “âbide insan” oluşu -âdetâ- tevâzuunda gizli İlhan Ayverdi; affediciliği, çalışma disiplinini, muhabbeti, kimseden umudunu kesmeyen yüceliğini, 21. Yüzyılın kaba ve bencil canavarının karşısında belleğimizin avucuna hayâtın şifresini bırakmış, bizleri uyarmaya, uyandırmaya ve bizi bizden korumaya çalışmıyor da ne yapıyor? 

O’ndan, O’nda olan tüm bu gönül dolusu sevgiyi, daha çok anlatmak, daha çok yaymak, O’nun ümitvar anneliği ile gönülleri daha çok yıkamak için daha çok okumak, öğrenmek ve bildiklerimizi işlemek… Fotoğraflara daha çok ve daha dikkatli bakmak; O’nun rengine boyananların eline, eteğine daha çok yapışıp bu ışıktan daha çok faydalanıp, gönülleri cilâlamaktan gayrı kurtuluşumuz, ne sûretle olabilir ki?

Gülşah Uğurel ERKAN – 13/11./2021

Rıza Tekin UĞURELhttps://www.dertlidolap.com
..1987 yılında kurulan Kütahya Aydınlar Ocağı Derne­ği başkanlığını uzun yıllar yürüten Uğurel, hâlen (KÜMAKSAD) Kütahya Mevlânâ Araştırma Kültür San'at Derneği'nin de başkanı olarak mûsikî, kültür ve san'at faaliyetlerini sürdürmektedir.
Benzer Yazılar
- Advertisment -

Popüler Yazılar

error: Muhtevâ korumalıdır!