Büyük şâir, derviş insan Arif Nihat ASYA’yı vefatının 46’ncı yılında rahmet ve minnetle anıyoruz.
Nur içinde yatsın.
İlk okul sıralarında ilk ezberlediğim şiir, O’nun “Bayrak” isimli mısrâları olmuştu. Şiirin nasıl ve hangi şartlarda ortaya çıktığını, şâirimiz Ârif Nihat Asya’nın kendi ağzından dinleyelim; Yavuz Bülent Bâkiler’in, “Ârif Nihat Asya İhtişamı” isimli eserinde şöyle anlatıyor:
“Bayrak şiirimi 35 yaşımdayken yazdım. Adana Erkek Lisesi’nde edebiyat öğretmeniydim. Hatay, Gazi’nin gayretleriyle Türkiye’ye bağlanmıştı. O konudaki çalışmaları 1938 yılında başlamış, 1939 yılında neticeye ulaşılmıştı.
Türkiye, yeni bir sevinç içindeydi.
Bu sevinci, Adana da büyük coşkunluklarla yaşıyordu. Adana’nın Fransız işgalinden kurtuluşu 5 Ocak 1922’dir… Şehrin bir Saat Kulesi var; bir de Ulu Cami minaresi.
İşte o Saat Kulesiyle Ulu Cami minaresi arasına, her senenin 5 Ocak kutlamalarında, kocaman bir bayrak asılır.
Bayrak diyorsam, öyle böyle bir bayrak değil. On beş izcinin kolları üzerinde taşınan bir bayrak. Vay babam vay. Yani Saat Kulesiyle Ulu Cami minaresinin arasına bir güneş doğuyor.
Hatay Türkiye’ye bağlandığı için 1940 yılının 5 Ocak kutlamasının daha bir güzel, daha bir heyecanlı olması isteniyordu.
O bakımdan Adana Maarif Müdürlüğünden bizim lise müdürlüğümüze bir yazı geldi.
Mealen deniyordu ki ‘5 Ocak kutlamasında, Saat Kulesi’yle Ulu Cami minaresi arasına Adana’nın tarihi bayrağı çekilirken, o güne uygun bir şiirin de, liseniz öğrencilerinden biri tarafından okunması uygun görülmüştür.’ Gereğini rica ederim.
Lise müdürü bu konuda beni vazifelendirdi. Ben de öğrencilerim arasından üç-dört kişi seçtim. ‘Gidip kütüphanelerde araştırın. 5 Ocak kutlamalarına uygun güzel bir şiir bulun.
Pek duyulmamış bir şiir olsun.
Meşhurların da kitaplarını karıştırın; adı pek duyulmamış şairlerin de!’ Çocuklar gittiler. Birkaç gün sonra geldiler. ‘Efendim bulamadık’ dediler. ‘Bulamadık olur mu’ diye öfkelendim. ‘Gidin gözünüzü dört açarak bir daha araştırın’ dedim.
Adana’da Ocak Mahallesi’nde oturuyordum. O zamanlar, bugünkü gibi evlerde günün her saatinde elektrik yok. Geceleri petrol lambası yakıyoruz. El ayak ortalıktan çekilince, petrol lambasının yorgun ışığında, bayrağımıza sığınarak kalemi elime aldım. Şafak sökerken Bayrak şiiri hazırdı.
O gece, şiiri nasıl yazdımsa öylece kaldı.
Yani üzerinde ikinci bir defa oynamadım. Sabahleyin liseye gidince, ‘Bana Aydın Gün’ü çağırın’ dedim. Aydın Gün, bugün bizim Opera ve Bale Genel Müdürümüz olan Aydın Gün’dür. Bulunup getirildi, şiiri eline uzattım.
‘Şunu oku bakayım’ dedim. Okudu.
Güzel şiir okuyan öğrencilerimdendi. Bayrak şiirini ona bir daha, bir daha okuttum. Mükemmel okuyordu. Bayrak şiirimi, 5 Ocak kutlamalarında ilk defa Aydın Gün okudu ve alkışlandı. O günün akşamı, Halk Evi’nde 5 Ocak Balosu var. Aydın Gün de baloda.
Davetliler arasından bir kişi Aydın Gün’ü tanımış ve sormuş, ‘Kimin o şiir?
Aydın Gün, ‘Bilmiyorum efendim. Şiiri bana Arif Hocam verdi. Sonra, sana bu şiir kimin derlerse kimin olduğunu söyleme’ diye, cevap vermiş. O zaman mesele anlaşılmış. ‘Tamam bu şiir Arif Hoca’nındır’ demişler.
Bayrak şiirini, Aydın Gün’e Halkevi’ndeki baloda da okutmuşlar. Sonra bir daha bir daha okutmuşlar. İşte o gün bugündür, benim Bayrak şiirim, bayrağımızın kendisi gibi hepimizin oldu.
Bu şiir, bana ‘Bayrak Şâiri’ denilmesine yol açtı ki, bu sıfat, benim için altından dökülmüş bir İstiklal Madalyası kadar kıymetlidir.”