“Bugün mektepte çocuklara şu sözleri yazdırdım:
Bir kimse fena düşündüğümden veya fena hareket ettiğimden dolayı beni muaheze ederse, bu hatadan kendimi tashih etmek için zevk duyarım. Çünkü ben kimsenin yolunu şaşırtmamış olan hakikati ararım. Fakat hatamda ve cehaletimde ısrar edersem hakikaten yolumu şaşırmış olurum.
Bu sözler üzerine şöyle düşündüm: Bir insanın büyüklerine karşı bir hatada bulunduktan sonra, işlediği bu kusurdan dolayı (beni affet) demesi gülünçtür. Bu böyle olduğu gibi bir insanın bir hatada bulunduktan sonra Allah’a (Ya Rabbi beni affet!) demesi de aynı yola çıkar.
Allah’ından af talebedeceğine, bu hatâyı yaptığından dolayı sen kendi kendini affet ve muaheze (tenkit) et. Ben bu hatâyı nasıl işledim de ve aynı hatâyı bir daha avdet etmemek (geri dönmemek) üzere kendine Allah’tan kuvvet talep et. Çünkü kendini affetmek demek bir daha o hatayı yapmamak demektir ve sen kendi kendinden fetvayı alarak kendini affedersen elbette Allah’ta seni affeder..
*
-Bir kimse aleyhimde bulunsa kendimi nasıl müdafaa edeyim?
-“Bunu dervişlikçe mi yoksa insanlıkça mı soruyorsun? İnsanlıkçası kısasa kısastır. Yani, sen de ona söylersin.
Dervişlikçesi sabırdır. Bende bu fena huyu görmeseydi söylemezdi dersin. Yahut, bir hikmet tahtında söylemiştir, dersin veyahut, ileride yapacağım bir kusurum için ikazdır, beni ikaz etmek, uyandırmak için Allah tarafından söyletildi, dersin.”
*
Gidin mezarlara söyleyin: Ya eyyühe’l-kubur! Hani sizin aşklarınız, muhabbetleriniz, hani birbirinizi çekememezliğiniz, hasedleriniz, kibirleriniz, güzellikleriniz, hani nerede? Söylesenize bana? Hepsinde derin bir sükût!
İşte insan bunu biliyor da yine gafletten fâriğ olmuyor.
Ken’an Rifâî “Yirminci Asrın Işığında Müslümanlık”