Üniversite eğitimindeki süre birçok kişi için hayat ile karşı karşıya kaldığı bir dönem olarak görülür.
Âileden, sevdiklerinden, alıştığın şehirden ayrılıp farklı bir şehirde kendi hayâtını kurma telâşı bu dönemde başlar.
Ben de eğitim hayâtım sebebiyle bu aşamalardan geçtim, hâlâ da geçiyorum.
ÖSS sınavının sonuçlarının açıklandığı bu günlerde birçok üniversite adayı da önemli bir kararın arifesinde, âcizane onlarla yaşadığım bir tecrübemi paylaşmak istedim.
Üniversite sınavını kazanınca aileler çocuklarını eve ya da yurda yerleştirirler.
Ben de evde yaşamayı seçenlerdenim. Her şeyin maddiyatla ölçüldüğü bu dönemde yitip giden değerlerimizi yaşatan örnek bir insanla eğitim hayatımda tanışma fırsatım oldu.
Kendisi benim ev sahibim Fatma Teyze.
Ev sahibim demek ne kadar doğru bilemiyorum çünkü ben kendisini anneaanem olarak görüyorum.
Kütahya’dan İstanbul’a üniversiteyi kazandığım için geldiğimdeki hâlimi hatırlıyorum. Bir yandan endişeli bir yandan da mutluydum. Farklı sebeplerden hem ev arkadaşıyla hem de farklı semtlerdeki evlerde yaşamak durumunda kaldım.
Öğrenci olanlar beni anlarlar. Kimi zaman kira fazla gelir, kimi zaman semt uzaktır. Bu tür vesilelerle kaplumbağa gibi evini sırtında taşır duruma geldim.
Bu süreçlerden geçerek güvenilir, hala komşuluğun yaşandığı bir semtte ikamet etmekteyim.
İstanbul’da böyle bir yerde oturmak elbette bir şans. Fatma Teyze’yi size anlattığımda bana hak vereceksiniz.
Oturduğum ev yedi hâneli bir apartman. Apartman sâkinleri genelde öğrencilerden meydana geliyor. Fatma Teyze tam bir Anadolu kadını hamarat, güler yüzlü, cömert, fedakâr.
Anlattığına göre çok kalabalık bir âileden geliyor.
Annesini çok genç yaşta kaybetmiş. Küçük yaşta da evlenmiş. 4 çocuk sâhibi olmuş. Ancak bizden önce kayınvâlidesi ve eltileri ile beraber yaşıyorlarmış.
Evde büyük tencerelerle yemekler pişirilirmiş, gelenin gidenin haddi hesâbı yokmuş.
Gel zaman git zaman Fatma Teyze çocuklarını evlendirmiş. Her biri İstanbul’da farklı semtlere yerleşmişler. Fatma Teyze yalnız yaşamaya başlamış.
Ancak yalnız sayılmaz, geleni gideni hâlâ eksik olmaz.
Yalnız yaşamasına rağmen alışık olduğu üzere hâlâ büyük tencerelerde yemekler pişiren Fatma Teyze, okuldan eve gelirken beni bir kap yemekle “Siz öğrencisiniz kendinize bakamazsınız, derslerden fırsat bulamazsınız” diyerek, karşılar.
“Yok Fatma Teyze size zahmet olmasın” desem de, “Yetim malı değil, ye “ diyerek beni eli boş göndermez.
Mahallede bir hasta olsa hemen onu ziyarete gider, yoksulu gözetir.
Çoğu zaman elindeki ıhlamurla soğuk algınlığıma devâ bulmuştur.
Böylesine gönlü zengin, muhabbet ehli Fatma Teyze’nin kendine edindiği bir dert var ki sormayın.
Bu semtte mahalle sohbetlerine gittiğinde bazı sözüm ona hocalar “Şöyle tesbih çekin, cehennemliksiniz, böyle yanacaksınız” gibi sohbetler yapıyorlarmış.
Fatma Teyze endişelenerek “Yavrum ben tespih çekince sayıları şaşırıyorum” diyor.
Ya cehenneme gidersek diye pek bir üzülüyor. Bense âcizane onu rahatlatmaya çalışıyorum.
Bu şehirde sâdece bana değil, birçok kişinin yardımına koşarak, anne şefkatini esirgemeyerek hâl diliyle “Halka hizmet Hakka hizmet” düsturunu yaşatan bu güzel insanın o hocalara verecek çok dersi var kanısındayım.
Komşuluk, vefa, yardımlaşma böyle güzel insanların varlığıyla kuşaktan kuşağa geçmeye devam eder inşallah. Herkesin yolu Fatma Teyze gibi örnek insanlarla kesişir duâsıyla…
F.ORHAN