Allâh’ım!
Binlerce,
milyonlarca harmanyerinden ibâret şu koca kâinatta, insan denilen kulun, sâdece bir saman çöpünden başka nedir?
Ve bir saman çöpünün, onca harmanı ve harmanların sâhibi olan Seni bilmesi… Onca mes’eleye; girift, karmaşık bilmeceye akıl erdirmesi ne mümkün?
Birbirine ters, zıt, çapraşık hattâ karma karışık gibi gözüken ama aslında muazzam bir âhenkle çalışan “senin ilâhî tertibine” akıl – sır erdirmek ve buradan, “birlik” denizine ulaşmak; saman çöpünün çapını trilyonlarca defâ aşan bir zorluk değil mi?
Lâkin, bu da bir başka cilven, oyunun ve sırrın olsa gerek ki bütün bilinmesi gereken şeyleri…
Seni bilme şerefini de gene o saman çöpü gibi zannedilen “insana” bahşetmişsin.
Saplarla samanları ayırt eden, senin “vahdet yelin”dir, buna şüphe yok!
Ne hikmettir ki harman harman, öbek öbek saplara karşılık, bir avuç dâne ve hayli de samanın var. Boynu vav gibi bükük ve “Ben insanın sırrıyım, insan da benim sırrım” sırrına mazhar kullarını, elbette sen bilirsin.
Ve taşa can veren Sen, dilersen saplara da samana da altın vasfını kazandırırsın!
Lûtfet, bunca ekilip biçilmenin; sulanıp kavrulmanın, toplanıp savrulmanın… Bunca tafsilâtın sâdece ve sâdece nokta kadar basit, sâde ve kısa olduğunu bize öğret! Ne bilsin saplar… Sen hem O’sun, hem öteki! Hem görünen hem gösteren!
“Bir”i çok gören biziz!
Görünen ve gösterenin sen olduğunu… Sen’den gayrı görünen olmadığını… Kurt’u kurt, kuzuyu kuzu görmenin şaşılığını bize göster Rabbim… Lûtfet!
Sapı saman, samanı sap… dâneyi tohum, tohumu dâne görecek “birlik gözümüzü” aç!
İlâhî adâletine ve akıl ermez hikmetine karşı câhilce duâlarımızı mâzur gör; “…bilinmek istedim” buyruğu, nurdan bir meş’ale olarak önümüzü aydınlatsın… Bize Miraç olsun, Kandil olsun… Kerem kıl Allâhım!
1992 – Tekin Uğurel