Mûsâ Allah’a,”Ey eşi benzeri olmayan, her şeyi bilen Tanrı; hem sana muhtaç, hem de yoksul olan halk içinde dostun kim” diye sordu.
Allah,”Nîmetimize bel bağlayan dostumuzdur, kısmetimizden baş çeken de düşmanımız. Kısmetimize râzı olmayan kişi, gece de zahmettedir, gündüzde” dedi.
Bir seher çağı, ulu bir kişi Allah’a münâcât ederken söze geldi de:
“Ey zâtıyle kaim olan”,dedi; “Ben senden gece de râzıyım, gündüz de.
Yârabbi, sen de benden râzı ol!”
O ulu kişi dedi ki: Tam bu sırada bir ses duydum; diyordu ki:
“Ben seni dâvanda yalancı görmedeyim. Eğer bizden râzıysan, nasıl oluyor da râzılığımızı arıyor, rızâmızı istiyorsun? Bizden râzı olduysan a deli kişi, neden tutuyor da şimdi bizim rızâmızı diliyorsun sen?
Râzılıkta kemâl mertebesini bulanın, Allah’dan râzı olduktan sonra
O’nun rızâsını dilemesine imkân yoktur.
Râzıysan bizden ne istiyor, ne arıyorsun? Değilsen, ne diye kendine râzı adını takıyorsun?
Râzı ol, dayan, otur; coşup taşma. Ne biçim bir sevdâ peşindesin sen?
Dalaşma, az taşkınlık et!
Bir zaman tutuyor, olmayacak şey istiyorsun; bir zaman da yüzlerce hayâl çuvalına giriyorsun.
Bir zerrecik olsun söz dinlemiyorsun ki, olmayacak şeylere kapılıp gidiyorsun.”