O, dedi:
“Bir sel var içimde, ona yatak istiyorum.”
Bu, dedi:
“O selin yatağı, kaynağı.. yuvası-güzergâhı -belli ki- sensin. murâdın, niyâzın cevapsız kalmamış. Neden dersen; bunca sevenin, sendeki sel tarafından baskına uğramış, hepsini sana döndürmüş; senden sana doğru akıp gitmede âlem.”
O, dedi:
“Bir Anka var içimde, ona kanad istiyorum.”
Bu, dedi:
“İçindeki Anka’ya öyle bir kanad takmış ki takan; artık, seni de Kafdağı’nın tepelerine uçuran o kanadlarla, bana her an bir solukta uçup erişecek mesâfedesin. Seninle aramda, bir kanad çırpışı uzaklık var. ve buna uzaklık demek de abes. Yüreğimin çırpınışları öyle yakın, öyle yakın ki bana; kıpırdasan ürperiyorum. Yüreğimi biri görse, “kanaddan nasıl yürek olmuş?” diye, donup kalırdı.
O, dedi:
“Bir mahşer var içimde, ona mîzan istiyorum.”
Bu, dedi:
“Mâdem insan sevdiği ile haşrolacaktır; n’olur, kanadlarını unutma ki, “yüreksiz adam” olarak mîzâna vurulup, tartıda eksik gelmek istemem; bundan utanır, korkarım.”
O, dedi:
“Bir dünyâ var içimde, ona nizâm istiyorum.”
Bu, dedi:
“Benim, dünyâm da ukbâm da sensin. O hâlde, içindeki dünyânın nizâmı da doğrudan beni ilgilendirir. O dünyânın nizâmında bir zavallı noktacık olarak yerim ve kapladığım hacim, olamaz mı?”
O, dedi:
“Bir kavga var içimde, ona karar istiyorum.”
Bu, dedi:
“Ne olurdu; senin kavgan bende karâr etseydi. Eğer etseydi, o zaman, bütün kavgaları bastırabilir, bütün kavgacıları barıştırabilirdim. Sendeki kavganın bir tek zerresini, ben, kendim için karâr ve barış sayabilirim.”