Eskiden,
Ramazan aylarında İstanbullu davulcuların mesâisi, gökte hilâl görünüp minârelerde kandiller uyandırıldıktan sonra başlarmış.
Davulcu ile bekçilerin işâret beklediği saatlerde mahallenin çocukları da davulun peşinde sabırsızlanmaktadırlar. Bekledikleri işâreti alır almaz hepsi birden yürümeye başlayan bir neş’eli topluluk düşünün…
Elbet bu sırada davulcu da ramazan mânilerini peşpeşe sıralıyor.
Meselâ:
Besmeleyle çıktım yola
Selâm verdim sağa sola
İki gözüm hanım abla
Ramazanın mübârek ola!
Ve diğerleri:
Eyle oruca niyet
Oruçtan gelir kuvvet
Oruç tutmazsan dahi
Oruçluya hürmet et!
Davulda uzundur ip
Kuyuda derindir dip
Bu koca kâinatta
Ulu Tanrı tek sâhip!
Hiç biri rastgele söylenmemiş;
hepsi de irfanî, zarif nükteyle dolu ve insanları uyarıcı anlamları olan ramazan mânileri, davulcunun tok sesi ve davulun kendine has vurguları ile çevreyi çınlatıp durur:
Çarçabuk sezilir ha
Deftere yazılır ha
Sakın yalan söyleme
Orucun bozulur ha!
Eskiden cadde ve sokaklar şimdiki gibi pırıl pırıl aydınlık olmadığı için davulcuyla birlikte dolaşan ve ona fenerle ışık tutan biri daha vardı; Bekçi!
Davulcu, bâzen Bekçi’ye sözle sataşır,
fakat çok geçmeden bekçinin söylediği bir mâni ile cevâbını alır, şakalaşırlardı. Meselâ:
Davulun ipi kırmızı
Yemedim kavun karpuzu
Arkadaşımı sorarsan
Câmide pabuç hırsızı!
Diyen Davulcu, Bekçi’den şöyle bir karşılık görebilirdi:
Davulcu beni dinliyor
Gâhice beni ünlüyor
Başka bir şey bilmez amma
Bahşiş deyince anlıyor!
Sıra, yeniden Davulcu’ya gelir:
Hasta olmuş inler bekçi
Durup beni dinler bekçi
Kırk yıl gezsem bulamam
Böyle bir söz anlar bekçi!
Bu sefer, Bekçi söyler:
Pek düşkündür davulcu
Hem pişkindir davulcu
Hâlini özetlersek
Çok şaşkındır davulcu!
Şimdi ortada gezen ve vatandaşa zorâkî gürültü dinleten kimselerle dünün gerçek davulcuları arasında herhangi bir alâka veya benzerlik var mı sizce?
Bence yok!
Duyduğumuza göre -inşaallah doğru değildir- Kütahya Belediyesi, bu yıl ramazan ayında “davulcu zümresine” yeniden işbaşı yaptırıyormuş.
Hâlbuki geçmiş yıllarda bu yanlış uygulamadan vazgeçilmişti ve sanırım herkes de bu karardan memnuniyet duyuyordu.
Yanlış uygulama diyorum.
Çünkü Kütahya’nın -bize göre- ramazan davulcusu diye bir âdeti, töresi, geleneği yoktur.
Buna rağmen yeni bir âdet-töre-gelenek yerleştirmek isteniyorsa(!) bile, günümüzde insanı tâciz etmekten hattâ yaka silker hâle getirmekten başka bir işe yaramayan yeni yetme davulcu güruhu, söz konusu âdet veya geleneği sevimsiz ve çekilmez kılmakta benzersizdir.
Davulcu denilen kimselerin bundan başka hiçbir rolü, kıymeti yoktur.
Vatandaşa sorsanız, emînim davulcularla ilgili olarak şunu diyeceklerdir:
“Böyleleri ne tokmak sallasın, ne de acı acı bağırsın… Yalnızca sussun ve davul da çalmasınlar, def-i belâ kabîlinden yâhut bayram hürmetine arefe günü harçlıklarını seve seve ödeyelim.”
Zîra ramazan davulcusu demek;
gelişigüzel tokmak sallayan, acı acı haykıran, ne dediği -Allah’tan ki- aslâ anlaşılmayan câhil sürüsü demek değildir, olmamalıdır.
Ama önceki senelerin “acı dolu ramazanları” maalesef bu kalitesizliğin dışında bir minicik ışık dahi vermemiş, tam tersine davul deyince insanlar kapı pencere kapatmaktan başka çâre bulamamıştır.
Alt yapısı ve eğitimi olmayan
günümüz davulculuğu tamamen uydurma-düzmece ve adam kandırmaktan ibâret bir avâmî teşebbüstür; sür’atle vazgeçmek ve davulculuğa heveslenenler sıkı ve doğru bir eğitimden geçirilmedikçe bu “fâciaya” izin vermemek en hayırlı icraat olacaktır.