Geçtiğimiz 4 Ağustos günü, medyamızda, İttihat Terakkî‘nin üç paşasından biri olan Enver Paşa’nın ölüm yıldönümü vesilesiyle yazılmış medhiyelere(!) şâhit olduk.
Üstelik bu yazıları yayınlayanların arasında Türk milliyetçilerinin değer verdiği,
görüşlerine güvendiği şahıs ve kurumlar vardı; üzücü olan ve hayâl kırıklığı yaratan da işte buydu.
Bahse konu yazıda, “Âdetâ döneminin Kürşad’ı”, “Büyük bir deha”, “Gâzi-i Namdâr, Şehîd-i Âlâ”(!) gibi yalan, uydurma, fazlasıyla abartılmış… Ve târihî gerçeklerle aslâ bağdaşmayan ünvanlar, Enver Paşa için dile getirilmişti.
“Daha yüksek, en yüksek, pek yüce şehit” mânâsına gelen “şehid-i âlâ” ifâdesi… Ve onun önüne gelen “Namlı, ünlü, meşhur gâzi” anlamındaki “Gâzi- i Namdâr” yüceltmeleri, “Kürşad “saçmalığı ve “dehâ” yakıştırması, gerçeklerin ırzına geçiliyor olması bakımından tepeden tırnağa rahatsız ediciydi.
Bu bakımdan, öncelikle söz konusu yazıdan şu bölümü birlikte okuyalım; sonra aslında ne imiş ve kimmiş bu Enver:
(…gibi bazı aydınlar, bu uyanış için bütün Türk ve İslam dünyasında, neredeyse, ayak basılmamış toprak bırakmamışlar ve buraları harekete geçirmeye çalışmışlardı. Hatta Japonya’ya bile İslam’ın tohumlarını atmışlardı.
Bu çaba Osmanlı İstanbul’unda, başta Ziya Gökalp olmak üzere, birçok aydını heyecanlandırmış ve sonuçta Türk Yurdu ve Türk Ocakları gibi Türk ve İslam dünyasının birlik ve bekası için her şeyini feda eden kurum ve mecmuaları ortaya çıkarmıştı.
Bu büyük uyanış ve diriliş
mücadelesinin Osmanlı devleti içindeki askerî, istihbârî ve siyasi en büyük destekçilerinden birisi; dönemin en kudretli, cesur ve etkili komutanı, imanlı idealisti şehit Enver Paşa’dır.
Enver Paşa’nın, hayatı boyunca, başta Trablusgarp olmak üzere, Türk ve İslam dünyasının birçok bölgesinde gerçekleştirdiği büyük askerî başarıları bir kenarda tutacak olursak, onun bütün Türk ve İslam dünyasına verdiği en önemli mesaj; onların umutsuz ve çaresizlik içinde kıvranan benliklerine birlik, dirlik ve bağımsızlık ruhu üflemiş olmasıdır.
Türk ve İslam dünyası,
onun büyük mücadelesinden ve bilhassa Türkistan’da yaşanan mücadeleden, hatasıyla sevabıyla, büyük dersler çıkarmalıdır.
Şehit Enver Paşa, vatan toprağını “büyük ve müebbet bir ülke bilmiş, bu “büyük ve müebbet ülke”nin bağımsızlığı uğrunda canını feda etmekten kaçınmamış bir mücahitti. Adeta döneminin Kürşad’ıydı.
O, kurduğu Teşkilat-ı Mahsûsa sayesinde, çok iyi yetişmiş birçok kişiyi Afrika’dan, Hindistan’a ve Türkistan’dan Kafkasya’ya kadar bütün Türk ve İslam dünyasına göndermek suretiyle buraların birlik ve bekası yolunda mücadele etmiş büyük bir dehadır.
Türk ve İslam düşmanı oryantalistlerin,
sömürgecilerin ve onların yerli simsarlığını yapan, kişileri putlaştıran sosyalist ümmetçilerin onu devamlı “maceracı” diye karalamaya ve ona saldırmaya çalışsalar da tarih onu hep altın harflerle yazmaya devam edecektir.
Onun yaptıkları, ideolojik saplantılarla değil ancak çok yönlü bilimsel araştırmalarla ortaya konulabilir.
Meselâ, onun Türkistan’daki bağımsızlık mücadelesi, birçok yönden araştırılmalıdır.
Türkistan’daki mücadelede, samimiyetle desteğin yanında; milli ve dini uyanışa karşı duran birtakım cahil, tarih şuurundan, milli kimlik ve birlik bilincinden yoksun çevrelerin ve nihayet eğitim eksikliği ve yetersizliğinin ne gibi köstekleyici roller oynadığı mutlaka ortaya konulmalıdır.)