Yahudi Tuzağı
2. Târihî bir gerçek olarak üstünde durulmak îcâb eden nokta şudur ki, Siyonizm, bir memleketin mukadderâtını ele almak istediği zaman, an’anevî taktik olarak tuttuğu yol, o memleketin münevver sınıfına hulûl ve tesîr ederek plânlarının ana hatlarını bu zümreye dikte etmek sûretiyle ortada görünmemek ve dâimâ suflör rolünde kalmaktır.
Nitekim Osmanlı İmparatorluğu’nun siyâsî kaderine hükmetmek yoluna giderken de aynı usûle baş vurarak, masonik teşkîlâtın içinde kazandıkları münevverler vâsıtasiyle hedeflerine doğru yol almağa başlamışlardır. Daha Sultan Mecid devrinde, Kuleli Vak’ası’nı hazırlayan ihtilâl cemiyeti de, yine aynı tertîbin tuzağına düşmüş gafil vatanseverlerin bir yanlış adımından başka şey değildi.
Sultan Aziz’in başını yemeğe mâtuf olan bu hareket “Yeni Osmanlılar Cemiyeti” adı altında kurulan bir teşekkül tarafından idâre edildiği gibi, Veliahd Murad Efendi ile Mısır Prensi Mustafa Fâzıl Paşa tarafından da mâlî bakımdan besleniyordu.
Şehzâde Murad Efendi de, bu Yahudi tuzağına düşürülerek Mason birâderi olmuş; Kurbağalı Dere’deki sarayını ise “Yeni Osmanlılar Cemiyeti”ne karargâh yapmıştı. Fakat işin hazin tarafı, şehzâdenin etrâfını saran vazîfeli ecnebîleri, sarayından içeri sokabilmek yolunda aracılık eden kimselerin hepsi de, Galata’nın veyâ Beyoğlu’nun sarrafları, kuyumcuları ve tatlısu Frenkleri gibi, aslında siyâsette ve bilhassa, devletin iç işleri ile ilişikleri bulunması lâzım gelen iş adamları idi.
Mısır Vâlisi İbrâhim Paşa’nın oğlu olan Mustafa Fâzıl Paşa’ya gelince, bir vakitler devlet hizmetinde bulunmuş olması, pâdişahla temâsına imkân sağlamış olduğundan, Sadrâzam Fuad Paşa’nın ayağını kaydırmak husûsunda giriştiği teşebbüs, hem Sultan Aziz’in hem de sadrâzamın teveccühlerini kaybettirerek, kırksekiz saat zarfında memleketi terk edip Avrupa’ya gönderilmesiyle netîcelenmiş, karanlık yapıda bir kimse idi.
Kendisin vâkî teblîğat karşısında Prens, Mısır’a gitmeği tercîh etmişse de, kardeşi İsmâil Paşa ile, Mısır verâseti sebebiyle araları açık bulunduğundan, oraya da kabûl edilmeyerek Fransa’ya ilticâya mecbur kalmıştı.
Sonsuz bir serveti vardı. Ne ki, kumar ve sefâhat âlemlerinin Don Juan’ı olmak, onu tatmîn etmiyordu. Atak ve buhranlı mizâcı, ancak siyâsî bir ihtirâsın getireceği mevkî ve îtibar zevkiyle yatışabilirdi. İşte Avrupa’nın masonik çevreleri tarafından kazanılmış olan Prens, çok geçmeden aradığı bu zevki bulmuştu.
Memlekete hizmet etmek isteyen, fakat hizmet vâsıta ve çârelerini yanlış yollarda arayan münevver Türkler’i etrâfında toplamak, böylece de devletten intikam almak tarafına gidecekti. Nitekim ilk işi, el ele verdiği Jön Türkler ile, devlet aleyhine neşriyâta başlamak oldu.
Prens’in bu hareketi, kardeşi İsmâil Paşa için bulunmaz fırsattı. Zîrâ Mısır, müstakil bir hükûmet karakterine doğru gitmek yolunda, Sultan Aziz devrinin idârecilerini altınla satın almak husûsunu kolaylıkla başarmıştı.
Bilhassa Âlî Paşa’nın ölümünden sonra, Mısır’dan saraya ve devlet adamlarına sağnak sağnak yağan altın keseleri sâysinde Hidiv ünvânını kazanan İsmâil Paşa, kardeşi Mustafa Fâzıl Paşa’nın bir vatan hâini olduğunu ileri sürerek, Mısır verâsetinde vâliliğin, Mehmed Ali Paşa hânedânının en büyük uzvuna verilmek usûlü cârî iken, bunun kendi zürriyetine tahsîs edilmesini de temîn etti.
Sâmiha AYVERDİ (Türk Târihinde Osmanlı Asırları )