İçimizden birinin, henüz neticelenmemiş bir iş hakkında olup bitmiş gibi sevinip ferahlanması üzerine:
-“Bir şeye olmadan evvel olmuş gözüyle bakmak ve hemen ferahlanmak benim meşrebim değildir. Kendisine evvelce söyledim, böyle ferahlanma… ‘Allah ferahlananları sevmez’ âyet-i kerimesini de okudum. (Kassas Sûresi 76)
Maalesef, olacağına emîn olduğu o iş neticelenmedi. Bu yüzden de tabiî ümitleri kırılıp üzüntüye düştü.”
(Ken’an Rifâî-Sohbetler)
Bir de, vaktini dedikodu, mâlâyânî, boş şeyler ve zevk u sefa ile zayi eden kendimizi düşünelim.
Cenâb-ı Hak ferahlananları sevmez.
Zîra ferahlanmak yâni kendini kaybedercesine zevk ve safâya dalmak, böylece de ferah ve sürürün gafleti içinde erimek cinnet alâmetidir.
Yol çok korkuludur; elde ise hüccet yok. Fakat bunları kime anlatırsın? Şu alâka ve teessürünüz bir an sonra geçip gidecektir. Halbuki tefekkür gibi ibâdet olmaz.
Hiç değilse düşünce için yirmi dört saatte yarım saatçik bir vakit ayır.
Benim hâlim ne olacak? diye düşün.
Dün ile bu günün amelini mukayese et. Kendini tart, bakalım ne kazanmışsın gör… Resûlullah Efendimiz: Dünden daha az kazancı olan kimse mağbundur, buyuruyor.
Halbuki sende hep gerileme, hep gerileme… Esasen kalbin karanlık, bari onu büsbütün siyahlatacak şeyleri terket. Sonra da, Pîr’im var, Şeyh’im var… diyorsun.
Senin pîrin değil kendin varsın. Sen, şeytanı kendine pîr seçmişsin.
Şeyhin dedikodu yapıyor mu?
Yapıyorsa sen de yap! Yapmıyorsa neden yapıyorsun? Bizde hiç düşünce yok, amelimizi tartma hele hiç! Hazret-i Pîr, her nefes nefsini muhasebe etmeyeni biz ricalden saymayız, buyuruyor.
Hangi her nefes? Ben, günde yarım saate de razıyım!” (Ken’an Rifâî-Sohbetler)