İrfanımızda büyük emekleri olan Ayverdi Ailesi’nin üçüncü ve sonuncu ismi İlhan Ayverdi de bizlere vedâ etti ve ebedî âleme doğru yola çıktı.
Diğer ikisi mâlum: Hocası yazar mütefekkir Sâmiha Ayverdi ve mimarimizi imar eden sanatkâr eşi Ekrem Hakkı Ayverdi…
Bizler için belki de bir ‘veda’ idi bu vefat, ama hakikatte sevilenler, hasretliler ve müştak olanlarla bir ‘vuslat’tı, bir ‘şeb-i arus’du. Dünyalılardan bir ayrılış belki ama, sonsuzluk âlemindekilerle bir buluşma, bir kavuşma, bir kucaklaşmaydı.
Hayatı bir destan.
Kafkas kartalı Şeyh Şamil’le akrabalık bu şanlı şecerenin sadece bir ucu. Hizmetleri sayılamayacak kadar çok. Sadece birini 2005’te herkes duydu, gördü, aldı, baktı ve hayranlığını ifade etti.
Bu, 35 hayırlı seneye mal olmuş, Türkçemizin yüzakı eseriydi: Misalli Büyük Türkçe Sözlük. Herkesin hayretle temaşa ettiği, hayranlıkla, hatta şaşkınlıkla seyrettiği bir devâsâ eser, bir kutlu şaheser…
Sözlük hakkında daha önce “Türkçe Lugatın Mimarı:
İlhan Ayverdi” başlıklı bir yazı yazmıştım. Ama mübarek bir hayatın bütün mahsullerini bir çırpıda anlatıvermek ne mümkün?
Merkezefendi Camii yine tarihî bir gününü yaşıyordu. Avlu lebâleb dolu… Burada böyle kalabalıkları başka ne zaman gördüm? 1993’te rahmetli Sâmiha Ayverdi’nin Hakka yürüyüşünde…. Bir de henüz acısı yüreğimizde sıcak duran Ergun Göze’nin vefatında… Şimdi bu üçüncü kalabalığa şahit oluyorum.
Emin Işık Hoca’nın duası ne güzel bir duaydı, Yaradana ne ulvî bir yakarıştı. Ve o cemaat nasıl soylu bir hüznü yüzünde taşıyor ve yaşatıyordu. Bir duygu seli vardı yüzlerde. Cenaze namazı bütünüyle bir manevî merasimdi ki, orada riyanın, yalanın, dolanın esamesi okunmuyordu.
Ve o iyiliklerle her daim yıkanan avluda sadece ihlaslı, samimi ve hasbi insanların gözü yaşlı çehreleri beliriyordu. Şah ve geda bir ve beraberdi.
Sonra dua ve helâlleşme… Cemaat âdet olduğu üzre elbette “hakkını helâl edecekti” ama asıl bütün ömrünü ilmimize, irfanımıza, iz’anımıza, idrakimize hasretmiş olan İlhan Ayverdi cemaate ve bütünüyle toplumumuza haklarını helâl etmeliydi. Çünkü o nefsi için yaşamamış, milleti için, ümmeti için nefes alıp vermişti.
İç dünyasının bütün güzellikleri simasına aksetmişti.
Güzel ahlâkın mümessillerindendi ve en sert hakikatleri bile yumuşak lisan ile nakleden bir yüksek nasihatçiydi. “Marifet, gönül kırmadan söylemektir. İncelikle, zarafetle söylemektir. Edep, insanın her hâlinde olmalıdır.” derdi.
Zaten o bütün hayatıyla, sözleri ve davranışlarıyla bir edeb numunesi, edeb timsâli idi. “Himmeti milleti olanlar”dandı.
Namaz bitti, dua hitama erdi, fatihalar okundu. Şimdi ‘can’ın, toprağa karışma ve ‘canan’a kavuşma vaktiydi. O tabut o kalabalıkta taşındı mı, yoksa eller hatta parmaklar üstünde kayar gibi hakiki menziline doğru mu yol aldı, bilmiyorum.
Ama bildiğim, duyduğum, hissettiğim ve idrak ettiğim hâl şu ki,
namazdan sonra o derunî, o lahûti, o ilahî, o manevî ve o nuranî ilahinin eşliğinde bambaşka bir hâlet vücuda geldi, atmosfer değişti, iklim başkalaştı. Henüz nasibim olmayan Kâbe’yi tavaf veya mahşerde kıyam ve yürüyüş hâli yayıldı.
Bahtiyarlar zümresine dahil olan İlhan Ayverdi, en çok sevdiği üç kişinin ayaklarının dibinde, yanıbaşında ve başucunda yatıyor şimdi.
Ona Sâmiha Ayverdi, “İlhan’cığım, sen sevmeye, bağrıma basmaya doyamadığım insansın!” demiş, himmet ve hizmetini takdir etmişti.
Ayrıca onu bu camianın ‘akl-ı selim’i seçmişti. Aklıyla beraber hiss-i selimi, zevk-i selimi, kalb-i selimi ile de yola çıktı, öncü oldu, ışık saçtı ve kitleleri ebedî güzellikler beldesine ulaştırdı.
Lisânımız, güzel Türkçemiz onun aşkı, sevdasıydı, koca bir ömre mal olan bu aşkın semeresi lugat oldu.
Bugün anlı şanlı köşe yazarları, üniversite hocaları, edebiyat meraklıları, yazarlar, sanatkârlar, bütünüyle milletimiz dara düştüğünde, bir kelimenin mânâsını merak ettiğinde sarıldığı, itimat ettiği kaynak, Misalli Büyük Türkçe Sözlük’tür. Prof. Dr. Necat Birinci’nin tabiriyle İlhan Sözlüğü veya Hakkı Devrim’in deyişiyle Ayverdi Sözlüğü…
Türkçeye, en zor zamanlarını yaşadığı bir devirde bundan daha muazzam bir hizmet yapılabilir miydi? Bu sözlüğü tabiî ki tek başına hazırlamadı, yardımcıları vardı.
Ama şundan eminim ki, İlhan Ayverdi’nin azmi, kararlılığı,
gözüpekliği, çalışkanlığı, sebatı, cehdi, sevecenliği, iyimserliği, fedakârlığı kısacası bütün ulvî ve kudsî güzellikleri bünyesinde taşıyan hasletlere sahip olmasaydı bu eser katiyen ortaya çıkmazdı. Lugat, Türkçe’nin hem ihtişamını hem de zarafetini ortaya koydu, lisanımızı taçlandırdı.
Müellifler, yazarlar eserleriyle yaşar, milletin gönlünde taht kurarmış. İlhan Ayverdi bu saltanata çoktan erişti bile. Türkçe bir dil olarak dünyada varoldukça, Türkçe kelimeler insanlar arasında konuşuldukça, bu dille mükemmel edebî metinler yazıldıkça İlhan Ayverdi ismi elbette unutulmayacak.
Çünkü herkesin, hepimizin zaman zaman ihtiyaç duyduğu ve incelediği bu lugat, varlığıyla her daim O’nu bize hatırlatacak.
Kelimeler dönüp dolaşıp bize İlhan Ayverdi’nin kıymetli hâtırasını usulca ve yavaşça fısıldayacak, ardından fatihalar, dualar gelecek.
İstanbul Fatih’te Fevzi Paşa Caddesi üzerinde, türünün neredeyse İstanbul’daki son örneklerinden bir bina ayakta duruyor. İlhan Ayverdi orada yaşıyordu.
Arasıra o güzel tarihî evin önünden arabayla veya yayan geçerken dönüp mutlaka bakardım.
Başkaları yanımda ise, onlara da söylerdim.
“Bakın bakın, İlhan Ayverdi burada yaşıyor!” O pencereyi kapatan perde, ışığı boğamazdı. Sarı, sıcak ve ümitli bir ışık yayılırdı salonun lâmbasından caddeye doğru. Özellikle yaz aylarında lâmbanın yanmadığı zamanlarda hüzne düşerdim.
Ama bilirdim ki, “İlhan Ayverdi şimdi de yazlıkta yaşıyor, gayret ve ümit lâmbası orada da yanıyor. Şimdi Fatih’teki evin ışığı yok, lâmbalar da yanmıyor eskisi gibi.
Beni bir hüzün kaplamalı değil mi, ama hayır! Karamsarlık da yok, bedbinlik de.
Zira O da hep iyimserdi ve mensubu olduğu necip milletine itimat ederdi. Her geçen günün daha iyi olacağına dâir ümidini hiçbir zaman kaybetmedi.
Bu yüzden çok güvendiği gençlere hakikatleri hep anlattı, onları yetiştirdi, donattı. Çevresindeki herkese yüreğindeki iyilik tohumlarını saçtı.
Bugün artık o ışık, bir çok evde parlıyor.
Ve Merkezefendi’deki nur, sadece Fatih’i değil, Türkiye’min hatta yeryüzünün bir çok şehrini, kasabasını, köyünü aydınlatıyor. Bundan böyle Rahmet O’na, dua bizedir, Mağfiret O’na yakarmak hepimizedir.
Sâmiha Ayverdi, Ekrem Hakkı Ayverdi ve İlhan Ayverdi… Gayretin, himmetin üç saçayağı, ilim, irfan, sanat, edebiyat, lisan, inanç ve medeniyet cephemizin gözükara, ama gönlü yufka öncüleriydiler.
Bugün de eserlerinin ışığı altında, o vadide gösterilecek kahramanlık, verilecek çaba, koşulacak vadi, teneffüs edilecek iklim ve harcanacak enerji vardır. Geniş ufuklara doğru iyi, güzel, ümitli ve huzurlu bir mukaddes koşudur bu…
Katılanlara ne mutlu…
Bir çok kişinin “ablası”, “teyzesi” veya “anne”siydi. Son yıllarda bedenen çektiği bütün acılara rağmen İlhan Ayverdi’yi ağzı dualı, mütebessim çehreli, her daim çalışan ve ümitvâr bir münevver olarak hatırlayacağım. Kabri nur, ruhu şâd, mekânı Cennet olsun.
Mehmet Nuri YARDIM